5 Nisan 2010 Pazartesi

Kokoreç




Tarif arşivimden de anlaşılacağı üzere, sakatatlarla aram çok iyi. Sakatat sevmeyen de çoktur ama, en azından uzakdoğuda duyduğumuz böcüklü, yılanlı yemekler yemeyiz. Ya da Tayvan'lılar gibi, Misk Kedisi'nin dışkısından ayıklanan kahve çekirdekleriyle yapılmış kahveyi içmeyiz. Fincanına elli dolar vermeyiz. İçinizi kaldırmayayım, bu harika lezzetten söz etmeden önce.

Kokoreçi evde ne zaman yapsak, dışarda yediğimizin tadını yakalayamadığını düşünürüz her seferinde. Biraz kuru geliyor sanki. Ben de çaldım Kızılay'daki kokoreççinin kapısını. Ustanın ağzından laf almak ne mümkün?

-Biz pişirmeden önce terbiyeliyoruz, evde yaptığınız bizim yaptığımız gibi olmaz

diyor. Başka da bir şey demiyor.

Düşün taşın, önce azıcık sıcak suyla haşlasam, yok olmaz, erir gider. Yumuşatmanın bir yolu olmalı bu kokoreçi. Evreka, evreka! Sen ocağın altını sonuna kadar açıp, ağzını da açık tutarsan, bütün suyu uçar tabii. Ne yapmalı? Doğranmış kokoreçleri, kızgın saca atıp, sulandığında, hemen bir kapak kapatırsın, sulu ve yumuşak kokoreçlerin olur.


Pişmesine çok az kala eklersin domates ve acı sivribiberleri, domatesler ölmeden, biberler yumuşar yumuşamaz, tuz, karabiber, kekik ve kimyon katarsın , alırsın ateşten. Ustaya da götürmeli ya neyse, donar götürene kadar. Bi ara uğrar, anlatırız elbet.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder