Küçük yerde yaşamanın büyülü bir tadı vardı çocuklar için. Bizim için de alışılmadık şeylerdi esnafın dükkanının sadece kapısını kilitleyip, kepenk kullanmaması, çocukların bisikletlerinin gece gündüz bahçede durmasına karşın çalınmaması, vakit akşamı çoktan geçmişken bile rahatça sokakta bisiklete binebilmesi, hastanedeki hemşireyle sabah yürüyüşünde karşılaşmak.
Bizim kıza kalsa hiç dönmeyecektik ya döndük işte. Umut'un küçük bir şikayeti vardı yalnız: kız zannedilmek. Gözleri iyi görmeyen yaşlı nenelere, dedelere kaç kez anlatmak zorunda kaldı yavrum:
-Ben erkeğim!
Akşam vakti köye gidip, sağılmasını beklediğimiz güzel ineklerin sütünün kaynarken yaydığı kokuyu, işaret parmağımızı saran kaymağı, aynı sütle yaptığımız ve kaşıklamaya doyamadığımız yoğurdu, dağları, verimli bahçeleri, kütür kütür salatalıkları, etli ve pembe domatesleri, çıtır çıtır biberleri özleyeceğiz.
Bahçeden ellerimle kopardığım kabaklarla, pazı yapraklarıyla dolmalar yapmayı kıskançça özleyeceğim. Yanımızda dolaba atılabilecek ne varsa getirmiş olsak da bir dahaki seneyi iple çekeceğim. Pazarda yayık ayranı da bulabilmek, kimbilir hangi kimyasal kullanıldı endişesi taşımadan sebze meyve alabilmek ne güzeldi.
Bütün gün dere tepe dolaşıp, üzerimize sinmiş is kokusuyla, mutlaka beraberimizde getirdiğimiz bir parça kekik, böğürtlen ya da çilekle eve dönmek de güzeldi ancak; ben evimi, düzenimi, her aradığımın elimin altında bulunmasını, ocağımı, hele fırınımı daha da çok özledim. Bir yerleşelim, kim tutar beni?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder