5 Nisan 2010 Pazartesi

Çorbaya Dair


Tıpkı patlıcan gibi domates de sadece süs için yetiştirilir önceleri. Yine tıpkı patlıcan gibi sebze diye sınıflandırılmış bu güzel meyvenin araştırmalarla faydalı olduğu anlaşılınca yenmeye başlanır. Önceleri sarı bir cinsi bulunduğundan İtalyanlar altın elma derler. Taa ki 1900lerde Amerika'da yemeklerde kullanılmaya başlandığında ise artık sebzelerin kraliçesi olmuş domatesle ilk yapılan tariflerden biri domates çorbasıdır.

Öyle ki; zenginlerin, asillerin içtiği çorba orta sınıf ve yoksul halk için ulaşılmazdı. Burjuvalar çorba içmek için kurallar bile geliştirirler kendilerince. Çorba içmenin ritüellerini, kurallarını anlatan kitaplar yazarlar. Nazikçe, ağzını höpürdetmeden, dökmeden içilmeliydi çorba; kaşığın tutuluş açısı bile hesaplanmıştır.

1929 ekonomik bunalımında işsiz kalmış, aç insanlara aşevlerinde kepçe kepçe çorba dağıtılır. Çünkü ucuzdur, besleyici ve de yapılışı kolaydır. Önemli olan insanları sadece çorba ve ekmekle doyurmaktır. Hal böyle iken reklamcılar rahat bir yiyecek olarak sunarlar baharatlarla hazırlanmış, teneke kutularda piyasaya sunulan çorbaları. Ev kadınları işlerini kolaylaştıran çorbayı çok severler. Güven ve rahatlıkla bütünleştirilen bir kavram olmuştur artık çorba. Besleyicidir, kutudan çıkarıp hazırlanması çok kolaydır, hem de ucuzdur. Soluk tenli, çelimsiz çocukları Campbells reklamlarındaki elma yanaklı, gürbüz çocuklara benzesin ister anneler.

Bugün uyanık girişimciler hayatlarında değişiklik arayan, kendilerine cicili bicili, rahat yaşam, modern yaşam etiketleriyle sunulan ne varsa havada kapan insanlara ne sunacaklarını çok iyi biliyorlar. Hazır yemek satmanın kolaylığını bilen firmalar Avrupa'da, Amerika'da taze çorbayı karton kutularda rahatça satmışlarken bizde yol almaları şükür ki o kadar kolay olmadı. Tarhana çorbamız, yayla çorbamız, işkembe, analı kızlı, mercimek, mahluta, pirtike, şehriye, tutmaç da dahil geleneksel pek çok çorbamızı gerek kuru, gerekse pişmiş sıvı halinde piyasaya sunmuşlarsa da hiçbirinde ev çorbasının lezzetini bulamayız, bulmak gibi bir umudumuz da yoktur zaten. Reklamda elinde tavayla yolda koşturup, eve hazır köfteyle gelen anne sakın kötü örnek olmasın sizlere.

Üstteki domates çorbasını yazın Alan Coxon ' un tarifiyle önce domatesleri kekik, kurusoğan, zeytinyağı, sarımsak ve tuzla fırınlayıp, sonra blendırda çekerek, mutlaka tavuk suyuyla tatlandırıp süzerek hazırlamıştım. Hatta değerli şef Coxon, lira şeklinde kestiği tost ekmeklerinin arasına kaşar peyniri koyup, yumurtaya batırdıktan sonra kızartıp çorbanın üzerine konduruvermişti. Ama ben yumurta kokusunun ve tadının bu çorbada rahatsız edici olacağını düşünmüş, sadece kaşarla yetinmiştim. Tembellik edip , dere tepe gezeyim derken yayınlamayı erteleyip durmuştum. Sonra bir gün Cafe Fernando'da da aynı yapılma şeklini görünce beklemeye karar vermiştim. Yaz bitmiş, narlar olmuşken, domates lezzetini kaybediyorken güzel çorbasıyla veda edelim dedim. Hem Cenk Bey, keçi peynirinde diretsin, ben taze kaşarımdan memnunum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder