6 Nisan 2010 Salı

İyi ki Doğdun UMUT


Yaşım 22 idi. Küçük bir misafir çaldı kapımızı, ben geliyorum dedi. Sormadı hiç:

-Gelebilir miyim? Müsait misiniz?

Pat diye, öylece. Buyur ettik . Davet etmesek de, hazırlıksız yakalanmış olsak da kapıyı çalışına sebep biz değil miydik? Oğlum, canımın içi Umut'um, umudum. Anne olmayı öğretti bana. Ne bilebilirdim ki annelikle ilgili. Onu beklerken hiç kestiremezdim böylesi bir sevgi yaşayacağımı. Üstelik epey de rahatsızlık vermişti bana, bize. Gece gündüz demeden kusuyordum. Hiç bir şey yemiyor, içmiyor, hiçbir kokuya katlanamıyor, sürekli tükürüyordum. Çekilmez olmuştum. Hastaneler, beyaz önlükler, şişe şişe serumlar, kollarım ve ellerim mor, patlamış damarlar, iğrenç kokular,ismini söyleyemediğim, zihnimde canlandırmaya bile tahammül edemediğim yiyecekler. Yatak ve banyo arasında geçen haftalardan sonra, kan revan içinde, acıyla, korkuyla, bağırışlarım arasında geldi küçük Umut. Canımm. Nasıl da minikti. Hemşire bedenindeki kanları temizlerken, ilk aşısını yaparken endişelenmiştim canını acıtacak diye .Hemşire alışkın tavırlarıyla, hiç tereddüt etmeden, hızla sildi bebeğimi,kilosunu tarttı, boyunu ölçtü, bilekliğini taktı, sardı sarmaladı ve göğsüme yatırdı. Ağlamıyordu ama, açamıyordu da şişmiş gözlerini. Buruşuk elleri yumuk yumuktu. Zar zor açtığında, gri gözlerini görebiliyordum. Tek yapabildiği şey ağzını açmak, meme arıyor.

-Yani şimdi bunca zamandır içimdeki sen miydin? Attığı ani tekmelerle beni yerimden hoplatan. Sen miydin aylarca kusmama sebep olan? Ben seni içimde mi büyüttüm? Kalbinin atışını dinlemiştik babanla, hareketlerini izlemiştik karnımda. Yani şimdi sana ben mi bakıcam? Peki nasıl olacak bu? Nasıl emzireceğim? Ya ağlar da susmazsan? Ya derdini anlayamazsam? Ya ben olmazsam? Ne yaparsın sen? Sen kendine bakamazsın ki! Ben olmazsam kim doyurur seni? Kim derdini anlamaya çalışır? Kim korur, kim kollar? Nasıl da savunmasızsın. Bebeğim ben hep yanında olurum. Kimselerin seni incitmesine izin vermem, ta ki sen dur diyene kadar. Kolunu çarptığın sehpaya ah! yaparım. Yemem sana yediririm. Bu zalim dünyada kol kanat gererim sana. Kucakla beni sımsıkı. Minik başını koy omzuma,sütüm koksun nefesin. Annemm. Küçük ellerin avuçlarımda. Emzireyim seni, gözlerin gözlerimde. Uykuların uykumda, öpüşlerin dudağımda, bakışın sıcağımda. Elinden tutup parka ilk gidişimiz, öğrendiğin ilk hece, ilk bisikletin, ağrıyla, salyalarla, bütün huysuzluğunla gelen ilk dişin, ağrısıyla uyutmayan kulağın, düşmeyen ateşin, bana ilk anne deyişin...





On iki koca yılı bitirdik birlikte, on üçüncü yılımıza girdik. Şu anda henüz otuz dakika olmuştu sen gözlerini bu dünyaya açalı. Canımın içi, iyi ki doğdun, iyi ki bizimlesin. Öperim ellerini, küçük burnunu, öperim gözlerini.


Tarifi bir ara eklerim kızlar. Biraz müsade bana.


Şimdi tarifi ekleyebilirim. Telaşe arasında pastanın tüm halini ancak bu kadar fotoğraflayabildim, dilimi de bulduğum ilk fırsatta. Pandispanya bir öncekinin kakao katılmamış hali, yalnız oradaki kakao ölçüsü kadar un kattım. Kalıp büyük geldi, bu yüzden ince oldu biraz ama yumuşacık, çok lezzetli bir pasta olmuştu. Bir gün önceden yaptığım keki sütle ıslattım, araya çikolatalı crem ole, üste krem şanti sürdüm, yanlara da sebze soyacağı ile tıraşladığım beyaz çikolataları yapıştırdım. Bu kadarcık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder