7 Nisan 2010 Çarşamba

Konya Gezisi

RUHANİ BİR YOLCULUK
Nihayet gerçekleşti…
Günlerdir planladığımız, tarihi konusunda en sonunda fikir birliğine vardığımız, Konya turumuzu nihayet geçtiğimiz hafta- her dakikası birbirinden güzel ve keyifli- gerçekleştirdik.
Cuma akşamı yola çıkıp, neredeyse sabahın ilk ışıklarına kadar uyumadığımız – özellikle benim ve Esma’nın muhabbetlerinden- yolculuğumuzda ilk maceramız Konya’nın merkezindeki otelimizi, tüm teknolojik imkanlara rağmen bir saatte bulamamak oldu.
Sabırlı şoförümüzün biz yedi bayanın tüm yardımlarına rağmen ısrarla sora sora Bağdat bulunur misali her köşe başında birilerine sorarak, yerimizi bulmak için direnmesi ve sürekli aynı çemberde bir saat boyunca dolaşmamız, Konya turumuzun çok maceralı ama bir o kadar da gülerek geçireceğimizin ilk işaretleriydi . Ve gerçekten de öyle oldu….
Bizi gezi boyunca bilgilendiren rehberimizi bulduktan sonra nihayet otelimize ulaştık. Otelimiz Mevlana ile Tebriz-i Şems'in ilk karşılaştıkları yer Merec-el Bahreyn deydi. Ruhani yolculuğumuz böyle başladı. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra ilk durağımız Sille oldu…

Gezilerden dönüşte “ yediğiniz, içtiğiniz sizin olsun bize gezdiklerinizi, gördüklerinizi anlatın “derler ama ben sizlerle gezdiklerimiz, gördüklerimiz ile yediklerimizi, içtiklerimizi de paylaşmak istiyorum .

İlk durağımız Sille demiştim. Uzun bir gece yolculuğundan sonra sabah biraz enerji toplamak için kahvaltı molası vermemiz gerekiyordu. İşte bu ilk dakikalarda Konya’ daki gezimiz aynı zamanda lezzet turumuz başladı.
Sille’ de 1653 yılında yapılmış bir Rum evine sabah kahvaltısına gittik. İkinci kattaki gelin odası, damat odası, seymen odası gibi antika eşyalarla donatılmış odalar, alt katta ise genişçe bir salon ve açık mutfak olarak kullanılan içinde fırın bulunan çok hoş bir mekanla karşılaştık. Bizim için hazırlanmış kahvaltılıklarda herkesin çok severek yediği domatesli sarımsaklı biber , patates böreği, dolma, patates salatası, menemen, küflü çökelek, değişik peynirler, reçeller, yöresel yumurta akı ve şekerle yapılmış krema kıvamında bir tatlı ve yeşillikler………Kahvaltı yaparken de masamıza gelen sucuklu omlet....
Sucukla arası iyi olmayan ben bile omletten bayağı fazla miktarda atıştırmışım….. Kahvaltı sonrası içilen kahvelerde fallar bakıldı, geçmişler, gelecekler söylendi. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim biz iki blogcu arkadaş için tüm arkadaşlar seferber oldu:)) Masaya gelen her yemeğin önce ben ve Esma (http://vakitbuldukca.blogspot.com/ )tarafından değişik açılardan üstten, yandan... fotoğrafları çekildi, sonra yemek başladı…. Bu kural gezi boyunca her yemek masasında uygulandı. Sevgili arkadaşlarımıza bu sabırları için çok teşekkür ediyoruz:))
Ve Sille sokaklarında gezmeye başladık. Önce bir mum atölyesini gezdik, mumların nasıl yapıldığını gördük. Sonra tarihi Aya Eleni kilisesine gittik. Ancak restorasyon çalışmaları nedeniyle kilise kapalıydı.

Konya turumuzun ikinci durağı Mevlana Türbesiydi. Burada Ruhani Turumuz başladı. Rehberimizin verdiği bilgilerle Türbeyi gezdik. Elif Şafak’ın Aşk ve Ahmet Ümit’in Bab-ı Esrar kitabında yazılanları belki de bu türbe içinde hafızamızda canlandırdık…

Yine gel, yine gel, her ne olursan ol yine gel
İster kafir, ateşe tapan, putperest ol yine gel
Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı değildir
Yüz defa tövbeni bozmuş olsan da yine gel

Sırada öğle yemeği molası yani Konya’daki ikinci lezzet durağımız, Konak Konya Mutfağı . Yine çok hoş eski bir yapının ikinci katında bize ayrılan kısımda oturduk…
Önce çorbalar geldi. Konya'ya gideceğimizi duyan dostlarımızın ısrarla“denemeden gelmeyin” dediği Bamya Çorbası . Hafif ekşili, içinde kurutulmuş küçük çiçek bamyalar ile kuzu eti parçaları olan nefis bir çorba…. Diğeri denemek için ucundan tattığımız Arabaşı. Biraz ezogelin, biraz domates çorbasına benzeyen, tavuk eti, salça ve un ile hazırlanmış değişik bir çorba…

Ara sıcak olarak gelen, kuyruk yağı ile pişirilmiş etli yaprak sarma ve kıymalı su böreği Ege Mutfağının hafifliğine, zeytinyağının cazibesine alışmış bizler için biraz fazla değişikti…


Yanında soğanla tandır kebabı, tirit ve köz patlıcan üzerinde kuzu şiş (sebzeli közleme)




birbirinden leziz ana yemeklerimiz....

Sırada tatlılar… İşte burada hepimiz koptuk, tatlıların cazibesine kapıldık . Konya’ya özgü Höşmerim..
Aslında bu tatlı Balıkesir yöresinin Höşmerim tatlısına hiç benzemeyen un helvası gibi fakat kaymakla pişirilmiş …

Diğeri ise saçarası…yine kaymaklı, şuruplu bir tatlı… İkisi de çok nefis ve lezizdi…
Bu kadar yemekten, aldığımız kalorilerden sonra, bizde küçük bir Konya turu yaptık, sevdiklerimize Konya’dan hatıra minik hediyeler aldık….

Konya’ya gelip Mevlana ‘yı ziyaret edip Şems-i Tebrizi unutmak olur mu ? O büyük aşk unutulur mu? Şems-i Tebrizi camisini de ziyaret ettik. Mevlana Türbesi ile kıyaslandığında son derece mütevazi bir camii ile karşılaştık. Belki de Şems'e yakışan da buydu…Burada Mevlana 'nın bir sözü aklıma geldi:

Gökyüzünden daha güzel bir kubbe mi olur?

Akşam yemeğine kadar dinlenmek üzere otelimize geldik. Buraya kadar gelmişken, bu kadar dost insanla birlikteyken otel odasında dinlenmek yerine, otelin lobisinde akşam yolculuktan kalan sohbetlerimize, Sevgili Semra’nın Reiki öğretisi ile ilgili hoş sohbetlerine devam ettik…
Sabah yaptığımız nefis kahvaltı, öğle yediğimiz Konya lezzetlerinden sonra hepimizin ortak fikri akşam yemeğini çok hafif, salata ile geçiştirmek ve sonrada Mevlana Kültür merkezine, Sema gösterisine gitmekti…..Ama ne yazık ki az yemek konusu lafta kaldı. Akşam yemeğinde salata, yayla çorbası, tavuklu pilav, fırında sütlaç ve bu arada hepimizin çok beğendiği biber turşusundan ( şu an bile resimlerden alıp yemek isteyeceğiniz kadar iştah açıcı) oluşan menüyü silip süpürdük:))

Bu kadar çok yemekten sonra biz bayanlara sıkı bir yürüyüş lazım..

Biz de öyle yaptık . Mevlana Kültür merkezine usta maratoncuları aratmayacak bir yürüyüş temposuyla gittik:)) Hala aklıma geldikçe gülüyorum:))

Ve Sema gösterisi……..”Geldiğimize değdi, yorulduk ama iyi ki geldik, ruhumuz dinlendi” dediğimiz ruhani bir gösteri…….

Ya sonrası, otel lobisinde ne yazık ki fotoğraflarını çekmeye akıl edemediğimiz Selçuk Çayı (ıhlamur, tarçın, meyankökü, zencefil ve karanfil karışımından yapılmış) eşliğinde sohbetlerimiz…..
Konya turumuzun ikinci ve son günü gezimiz önce Karatay çini eserler müzesi ile başladı, İnce Minare Müzesi ve Alaaddin Camisi…….. Birbirinden güzel Anadolu Selçuklu eserleri...

Konya ‘ya gelip meşhur etli ekmeğini yemeden gidilir mi?

İncecik, kıtır kıtır hamurun üzerinde kıyma ..... Ne yalan söyleyeyim bana biraz kıyması az geldi...
Gezimizin son durağı Meram …..Evliya Çelebi seyahatnamesinde ;
Peçevi şehrinin baruthane Mesiresi, Kırım’ın Sudak bağı, İstanbul’un yüzyetmişbeşten fazla bahçe ve gülistanları, Tebriz’in Şah-ı Cihan Bağı , Konya’nın Meram mesiresinin yanında bir çemenzar bile değildir der.

Burada içtiğimiz, herkese ayrı cezvelerde gelen köpüklü kahveler …….
Ve dönüş yolunda Mevlana ‘dan harika sözler.......

Ne olurdu, seninle tatlılaşsaydım; yaşayış zaten acı.
Ne olurdu, sen razı olsaydın benden de, herkes kızsaydı bana.
Ne olurdu, seninle aram düzgün olsaydı da, bütün alemlerle aram açılsaydı,
dünya yıkılıp yansaydı.
Sen beni sevdikten sonra malın mülkün değeri mi olur?
Zaten toprak üstünde ne varsa hepsi de toprak olacaktır.
Alem O'nunla kaimdir ve O'nsuz olan hiçbir şey yoktur.
O'nun rızası, rahmeti, bereketi ve tecellisi olmayan hiçbir şeyin değeri yoktur....

Herşeyi iki günlüğüne de olsa arkamızda bırakarak yaptığımız bu yolculuk hepimizin ruhuna da, bedenine de çok iyi geldi...
Dostluklarımızı pekiştirdik,yeni iki can dost Semra ve Neşe'yi tanıdık...







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder